Hergün yeni bir şeyler yaşıyoruz. Her yaşantı ruhumuzda bir iz bırakıp geçiyor. Ben, bu izlerin hayatımızdaki pozitif izdüşümlerinin takipçisiyim.

17 Şubat 2010 Çarşamba

SEVGİNİN KOŞULU OLUR MU?

Dün akşam Robert De Niro’nun başrolünde oynadığı ‘Everybody’s Fine-Herkesin Keyfi Yerinde’ isimli filmi izledim. Çok duygusal, kolay izlenen bir filmdi. Biraz hayat dersi gibi de düşünülebilir. Herkesin zevkine uymayabilir ama film benim zeminimde pek çok kavramı harekete geçirdi.

Filmi izlerken aklımda sorular oluştu. Sevdiklerimizi mutlu etmek için beyaz yalanlar söylemek doğru bir şey mi, yoksa gerçeği acı da olsa tüm netliği ile söylemek mi lazım? Çocuklarımızdan/ sevdiğimiz insanlardan çok şey beklemek onları hırslandırıp başarılarını arttırır mı, yoksa aşırı baskı oluşturup, değersizlik hissi ve birlikte gelen beyaz yalanlara mı yol açar? Sevdiklerimizle görüşmeyi, konuşmayı, onlarla yakın ilişki kurmayı önemli işler sıralamasında gerilerde tutup kaçırmak mı, yoksa onlara öncelik vermek, hala hayattayken yakın ilişki kurabilmek mi?

Sevdiğim insanlardan bazen beklentilerim yüksek olabiliyor. Arkadaşım, sevgilim ya da ailem dediğim kişilerin sahip olmasını isteğim bazı özellikler var. Bir kısmı bunları karşılayabiliyor bir kısmı karşılayamıyor. Eğer arada uçurum varsa zaten arkadaş ya da sevgiliyi hayatımdan çıkartabiliyorum. Ama “beğenmedim gitsin” her durumda çözüm olmayabilir. Annemi, babamı kardeşimi yollayamam ki. Beğenmediğim bir davranışı olan insanı hemen yollayamam ki. Ya da tam karşı kutbuna gidip; hayatımdaki insanların hoşuma gitmeyen özellikleri var diye onları üzmemek için gerçeği süslemek, eksiltmek yani beyaz bir yalan da söylemek istemem. Her ikisi de uzun vadede ilişkiyi sarsacaktır. O zaman çözüm düşünmem lazım. Benim sıklıkla kullandığım; ne istediğimi karşımdaki kişiye daha net ifade etmek ve tabi ki en önemlisi kafamda var olan kalıpları (dogmaları) kaldırmak. Bir arkadaş illaki benim kafamdaki özelliklere sahip olacak diye bir şart koymuyorum. Herkesi kendi durumu, kendi özellikleri içinde değerlendirmeye çalışıyorum.

Sabah GEVEZE’yi dinliyordum. “Mutlu evliliğin sırrı nedir?” diye soruyordu dinleyicilerine. Pek çok kişi -mutlu evlilik karşılıklı fedakârlıktır- dedi. Sanırım her tür ikili ilişkide karşılıklı fedakârlık önemli bir unsur. İki farklı insan farklılıklarıyla bir arada kalabilmeyi becerdiği zaman dürüst, yakın ilişki gerçekleşiyor. O zaman; karşımızdaki insanı olduğu hali ile kabul etmek, hataları ile, kendi var olduğu hali ile hayatımızda yer vermek daha kaliteli ilişkilere sahip olmanın bir yolu olabilir. Hataları kabul etmek demek, onları kandırmak anlamına gelmiyor. Örneğin ben birisini çok seviyor ve hayatımda kalmasını istiyorum diye, onun her yere geç kalma huyunu seviyormuş gibi davranmam gerekmez. Hem bu özelliğiyle sorun yaşadığımı ona söyleyebiliyor olmak hem de ona bu özelliği konusunda toleranslı davranmak ilişki için olumlu olabilir.

Filmi izlerken aklımı kurcalayan sorulardan bir diğeri de, çocuklardan beklentilerle ilgili olanıydı. Bazı ebeveynler çocuklarının çok şeyi gerçekleştirmesini istiyor, çıtayı yüksek tutuyor. Tabii ki iyi niyetle, çocuklarının başarılı birer yetişkin olması için yapıyorlar bunu. Ne yazık ki kimi zaman çocuğun kapasitesi veya ilgi alanları ebeveynlerinkiyle örtüşmeyebiliyor. İşte o zaman karşılıklı fedakârlık yapılamazsa çocuk aileyi memnun edememenin ağırlıyla eziliyor ve beyaz yalanlara başlayabiliyor. Ya da bir başka kötü senaryo; aile ve çocuk yabancılaşıyorlar. Gittikçe uzaklaşıp, yaşarken birbirlerini erteleyen, hep daha önemli işler yüzünden görüşemeyen aileler oluyorlar. Her iki durumda da çocuk kendini değersiz hisseden, ailesinin beklentilerini karşılayamamış olmanın verdiği bir başarısızlık duygusu içinde bir yetişkin olarak hayatına devam ediyor.

Ben de kafamda yer etmiş bazı kalıplarla “benim arkadaşım dediğim insan böyle, böyle… olmalı” dedim. Ama bir süredir, karşıma çıkan insanları oldukları gibi değerlendirmeye, ne ise o haliyle kabul etmeye, hayatımın belki tamamında benim istediğim kıyafeti zorla giymiş bir halde olması yerine, kendi özgün kıyafetiyle olduğu gibi kalmasını ve kesiştiğimiz alanlarda hayatımda var olmasını tercih etmeye başladım. Gördüm ki, bu da kötü değil. Pek çok farklı yöne bağlar kurup hepsinde farklı tür sevgileri, birbirinden farklı kıyafetlerdeki insanları barındırabilirim. Tıpkı resimdeki bulut gibi…

Resim: http://www.madhatter.it/art/CREATURES/the-love-factory.jpg

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder