Hergün yeni bir şeyler yaşıyoruz. Her yaşantı ruhumuzda bir iz bırakıp geçiyor. Ben, bu izlerin hayatımızdaki pozitif izdüşümlerinin takipçisiyim.

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Farkındalıktan Öte… MINDFULNESS

Yaz gelince, havalar ısınınca kendimi ev dışı faaliyetlere verdim. Nasıl olsa kışın havalar erken karardığında ve soğuduğunda evde bol bol zaman geçiriyorum. Biraz daha fazla temiz hava ve biraz daha sağlıklı bir beden için en uygun mevsim. Ben de; hafta arası yaptığım salon sporuna bir de sabah erken işe gitmeden önce yapılan yarım saatlik sahil koşusunu ekledim.  Saat 6.00 da uyanıp bir aceleyle giyinip, sahilde koşu yapıp, hızlı bir duş olup günlük rutinime yetişebiliyorum.  Tabi en zayıf halkam olan uykusuzluk beni 22.30 da yatağa sürüklüyor. Öyle olunca işten sonra kendime, sosyal hayatıma, evime ayırdığım zaman da azalıyor. Onun için de uyanık olan saatlerimi her şey/herkes ile dolduruyorum.


Sabah erken koşularımın birinci haftasını tamamlarken içimde bir huzursuzluk hissettim. Aslında tam da keyif almam gereken bir durumun içindeyken  neden bu sevimsiz duygu diye düşünmeye başladım.  Sanki serin, ferah, tertemiz bir nehrin içindeyim ve bu güzelliklerin hiçbirini farkedemeden akıntının gücüyle sağa sola savrulup duruyorum. O kadar hızlı akıyor ki su, suyun üzerinde kalmaya çabalarken ne suyun ısını, ne suyun temizliğini, ne de nehrin etrafındaki güzellikleri görebiliyorum. Anda kalamıyorum. Sadece suyun üzerinde kalabiliyorum. Durmak istiyorum ama duramıyorum. Ama işte isteyince çare karşına gelirmiş. Benimki de geldi. Ben kendim için uygulamaya başladım. Öğrendiklerimi sizinle de paylaşmak istedim.

Bugün; Psychology Today dergisinin eski sayılarından birinde bir makaleyle karşılaştım. Hayatta tesadüflere yer yoktur! deyişini doğrularcasına karşıma tam de benim ihtiyacım olan konu hakkındaydı. 1 Kasım 2008’de yayınlanan  dergideki makalenin adı: The Art of Now: Six Steps to Living in the Moment-  Jay Dixit   Makalenin orijinalinin linkini aşağıda verdim.

Makalenin vurguladığı gibi; hayat şimdide kendini ortaya döker. Ama genellikle biz şimdiye odaklanmak yerine, geçmişte çözümlenememiş sorunlara ya da gelecekte olabilecek dertlere odaklanarak anın tadını çıkartmayı ihmal ederek şimdinin elimizden kayıp gitmesine izin veriyoruz. Seth Godin;bu haftaki yazılarından birinde hangi konulara endişelenilebileceği hakkında düşünmüş. “Eğer senin karar verebileceğin bir durum değilse ya da senin olmasını engelleyebileceğin bir durum değilse endişelenmenin manası nedir?” Çünkü endişelenmek sadece bizi anı yaşamaktan uzaklaştırıyor. Düşencelerimiz oradan oraya zıplıyor, sakinliğini kaybediyor. Stresleniyoruz, depresif belirtiler gösteriyoruz. Yaşadığımız ana ilişkin farkındalığımız azalıyor.

Anı yaşayanilmenin sırrı; yaşantının kayıp gitmesine izin vermeden, uyanık olarak orada yaşanılanı tam deneyimleyebilmek, düşüncelerinle birlikte sabit kalabilmek yani “Mindfulness” olmaktaymış. (Tam nasıl türkçeleştireceğimi bulamadığımdan makalede geçtiği gibi ingilizcesini kullanıyorum.) İyi de nasıl olunur? Budizm, Taoizm ve yoga gibi felsefelerin temelini oluşturan mindfulnes olabilmenin bir yolu da meditasyon yapmaktan geçiyor.

Performansını arttırmak istiyorsan, onun hakkında düşünmekten vazgeç.
Hep sende olmayana odaklandığın zaman başarabildiğin kadarına, gereken kıymeti vermediğinden onun da tadını çıkartamazsın. Aklın seni yapamadığın/ az olan/ yetersiz kalanı düşünmeye yöneltir ve strese girip anın tadını çıkartmayı kaçırırsın. 

Gelecek hakkında endişelenmekten vazgeç ve şimdidekinin keyfini çıkart.
Bir kek yerken, kahveni yudumlarken ya da sahip olduğun işe giderken neşe, keyif gibi olumlu duygulara odaklan. Henüz olmamış ve olup olmayacağı kesin bile olmayan bir şey için endişelenmeye ne gerek var.

Sağlıklı ilişkiler kurabilmek için şimdide kal. Nefes al.
Şimdiye dönmenin en iyi yolu nefesine odaklanmaktır. Şimdi ve burada farkındalığını yükseltir. Çünkü biz nefes alarak şimdiyi yaşıyoruz. Nefes, yaşadığımız sürece bizimle birlikte.

Zamanın tadını çıkartmak için, zamanı kaybet. Kendini akışa bırak.
Paradoks gibi görünse de şimdiyi yaşamak için aslında geçen zamanın farkında olmamak, zaman bitti mi? ne kadarı geçti? diye zamana odaklanmamak gerekiyor. Tabi ki bir sonraki adımını planla ama hangi adımdaysan sonrakini düşünmeden önce sadece olduğun adımın içinde kal.

Seni rahatsız eden bir şey varsa ondan kaçınmak yerine yanına yaklaş. Kabullen.
Sevimsiz bir duygu yaşıyor olsan bile o duyguyla kal. Nasıl ki yaramaz bir çocuğu daha çok sevgi vererek doğruya yöneltiyorsak, kendimizdeki beğenmediğimiz duyguları da severek, kabullenerek geliştirebiliriz.

Bilmediğini kabul et, ilişkide kal.
Çünkü ne zaman bir şeyi çok bildiğimize kanaat getirsek onu geliştirmeye olan ilgimiz azalıverir. Oysa her yeni yaşantıda aynı olduğunu düşündüklerimiz bile aslında bir öncekinden farklı yaşanır. Her gün işe aynı yoldan gittiğimizi sanırız, herşey tıpatıp birbirinin aynı deriz. Ama bir önceki gün ile bugün orada bulunan detaylar farklıdır.

Ve makalede bahsedilen karikatürü de internette bulabildim. Mindfulness olunca ne olacak? diyenler için….

Karikatürler:  “In the moment” by Mick Stevens - “Nothing Happens Next” by  Gahan Wilson
The New Yorker's Cartoon bank 

Yazıya esin kaynağı olan makale:




7 Temmuz 2011 Perşembe

YENİDEN DOĞMAK

Dün akşam işten çıktığımda spora gitmeyi, çıkışta biraz ev alışverişi yapmayı ve dönüşünde de bir arkadaşımla sahilde ayaklarımı kuma değdirerek çay içmeyi planlamıştım. Akşamüstü tam işten çıkmaya hazırlanırken önemli bir iş çıktı ve ben umduğumdan iki buçuk saat sonra ofisten çıkabildim. Böylece hem zamanlama olarak spora gitme planım suya düştü hem de enerji olarak ev alışverişi yapmaya halim kalmadı. Kendimi deniz kenarına attım. Hayatın getirdiklerine uyumlanıp yeni durumun akışına girdim.  Bazen hayat takvim üzerinde planladığımız gibi ilerlemeye bilir. Evlenmek için, çocuk sahibi olmak için,kariyerimizdeki hedefe ulaşmak için, yalnız başına/biriyle birlikte yaşamak için ya da bungee jumping yapmak için kafamızda bazı yaş aralıkları belirlemiş olabiliriz. Ama hayat bizim zamanımıza uymak zorunda değil, her şey geldiği zaman geliyor.



Zamanını bilememek ve belirlediğim takvimin bozulması bazen beni mutsuz ediyor. Çevreme baktığım zaman insanların hayatına biri girdiğinde, evlendiğinde, ailesinden birini kaybettiğinde, çocuk sahibi olduğunda, büyük kariyer değişiklikleri yaptıklarında benzer durumlar yaşadığını gözlemliyorum.  Ben; kendim için belirlediğim bazı sıfatlar planlanmadığım şekilde farklılaşmak zorunda kaldığında mesleki alanda bunu yaşadım. Çok severek yaptığım bir mesleğim vardı. Planım hayatım boyunca eğitim ve psikoloji alanında çalışmak ve bu alanda uzmanlaşmaktı. 2005 yılında planlamadığım bir şekilde kardeşimin askerliği nedeniyle aile şirketimizde çalışmaya başladım. Bir anda kendim için belirlediğim sıfat değişmişti. Benim psikolojik danışman sıfatından tüccar sıfatına geçmem, daha doğrusu bu değişimi ruhumla benimseyerek kabullenmem 2009 yılını buldu. Sadece işi yaparak değil, o işin sahibi olan kişi olduğumda değişebilmiştim. Artık bu sıfatımla yaşıyorum.  Yani kendimi olduğum halimle kabul ettim. Zaten değişim kendini olduğun gibi kabul etme süreci değil mi? Aslında bu; bir nevi eski beni öldürüp yeni bir ben doğmasına izin vermek oldu. Biraz uzun sürdü bu değişimi içselleştirip, alışabilmem J 

Gestalt eğitimlerinde öğrendiğimiz bir kavram aklıma geldi: Aynılık ihtiyacı/ değişim ihtiyacı. 
Bununla ilgili minik bir hikaye paylaşmak istiyorum.



Kartalın Yeniden Doğuşu

“Kartal, kuş  türleri içinde en uzun yaşayanıdır. 70 yıla kadar yaşayan kartallar vardır. Ancak bu yaşa ulaşmak için, 40 yaşlarındayken çok ciddi ve zor bir kararı vermek zorundadır. Kartalın yaşı 40'a dayandığında pençeleri sertleşir, esnekliğini yitirir ve bu nedenle de beslenmesini sağladığı avlarını kavrayıp tutamaz duruma gelir. Gagası uzunlaşır ve göğsüne doğru kıvrılır. Kanatları yaşlanır ve ağırlaşır. Tüyleri kartlaşır ve kalınlaşır.
Artık kartalın uçması iyice zorlaşmıştır. Dolayısıyla kartalın burada iki seçimden birisini yapması gerekir. Ya ölümü seçecektir ya da yeniden doğuşun acılı ve zorlu sürecini göğüsleyecektir. Bu yeniden doğuş süreci 150 gün kadar sürecektir. Bu yönde karar verirse kartal bir dağın tepesine uçar ve orada bir kaya duvarda, artık uçmasına gerek olmayan bir yerde yuva kurar. Bu uygun yeri bulduktan sonra kartal gagasını sert bir şekilde kayaya vurmaya başlar. En sonunda kartalın gagası yerinden sökülür ve düşer. Kartal bir süre yeni gagasının çıkmasını bekler. Gagası çıktıktan sonra bu yeni gaga ile pençelerini yerinden söker, çıkartır.
Yeni pençeleri çıkınca kartal bu kez eski kartlaşmış tüylerini yolmaya başlar. 5 ay sonra kartal, kendisine 20 veya daha uzun süreli bir yaşam bağışlayan meşhur yeniden doğuş uçuşunu yapmaya hazır duruma gelir.”

Yehuda Berg bugün gelen mailinde şunu demiş: bazen hayat senin planladığın gibi değil de kendiliğinden ilahi bir şekilde geliştiği zaman tek yapman gereken ilerlemeye devam etmektir. Hayatında olan herşey zaten olması gerektiği gibi, ihtiyacını karşılamak üzere doğrusu ne ise o şekilde gerçekleşiyor, şimdi yapman gereken bu akışa uymak için ruhunu da ilerletmek.

Hayatımız boyunca sık sık hikayedeki kartal gibi yeniden doğuş süreci yaşamak zorunda kalabiliriz. Yaşantımızın farklı dönemlerinde pek çok değişimden geçeriz. Çocuk bedeninden yetişkin bedenine, şişmanlıktan zayıflığa, öğrencilikten çalışan hayatına, asistanlıktan yöneticiliğe, ailenin ufak kızı olmaktan yetişkinliğe, bekarlıktan çift olmaya, yalnızlıktan aile hayatına yolculuklarımız olur. Bu yolculuklarda, değişime ayak uydurabilmek için eski alışkanlıklarımıza sarılmadan, yenilerine direnmeden, içinde bulunduğumuz durumun farkında olarak, kendimizle temas ettiğimizde yeniden doğmaya hazır oluruz.

Nasıl olsa; her yeni doğan ben o gün için en iyisi olacaktır.