Hergün yeni bir şeyler yaşıyoruz. Her yaşantı ruhumuzda bir iz bırakıp geçiyor. Ben, bu izlerin hayatımızdaki pozitif izdüşümlerinin takipçisiyim.

29 Aralık 2009 Salı

YENİ YIL YAZISI

Beni tanıyanlar bilir, ben minik hikayeleri çok severim. Yine okuduğum bir hikaye ve onun benim zeminimdeki iz düşümlerinden bahsedeceğim.


Bir yaz günü, plajda iki çocuk kumlarla oynuyordu. Her ikisi de, deniz kıyısından kumları taşıyarak kapılarıyla, kuleleriyle, tünelleriyle kocaman bir kale yapmak için beraberce harıl harıl çalışıyorlardı. Kale neredeyse tamamlanmışken , büyük bir dalga gelip kaleyi bozdu. Her şey, bir anda ıslak bir kum yığınına dönüştü. Yaptıkları kaleden eser kalmadı. Bütün uğraşlarının bir anda gözlerinin önünde yok olduğunu gören çocukların göz yaşlarına boğulacaklarını sanıyorsunuz değil mi? Ama bu çocuklar şaşırtıcı bir şekilde; yaptıkları şaheser bozuldu diye ağlamak yerine, kalkıp el ele tutuşurlar ve gülerek kıyıdan biraz daha uzaklaşıp yeni bir kale yapmaya giriştiler. Keyifle yeni bir yer bulup, mutlu oyunlarına devam ettiler.

Bu hikaye bana iki şeyi düşündürdü. Başımıza gelen ne olursa olsun yanımızda kalan her zaman bir dost elidir. O yüzden yeni yılda hayatım için insan biriktirmeye, sahip olduğum dostlarıma özen göstermeye devam edeceğim. Yaşadığım keyifli anları paylaşmak, zorlandığımda fikirlerine başvurmak, üzüntümü onların neşesinde hafifletmek ve tabii ki onların da bir dosta ihtiyacı olduğunda yanıbaşında olmak bu yıl da hedeflerimin arasında.    Siz sevgili dostlarım, arkadaşlarım! İyi ki hayatımda varsınız, şükürler olsun :)

Yeni bir yıla başlamak da hikayedeki gibi yeni bir yerde, yeni bir kumdan kale inşa etmeye benziyor bence. Bazı kaleler daha kalıcı oluyor, bazıları bir dalgada yere seriliyor. Geçmiş seneden elimizde kalan nedir ona bakıyoruz. Yeni bir yer seçiyoruz ve yeni kaleler inşa etmek için iş başına koyuluyoruz. İşe başlarken yüzümüzdeki gülümseme, içimizdeki huzur ve olumlu duygular başarı şansımızı arttırıyor.

Her yeni sene evrene siparişler veriyoruz. Bu seneki siparişlerimden birkaç tanesini sizlerle paylaşayım.


*Ben bu sene İspanyolcamı geliştirmek istiyorum. Madrid’de bir dil okulunda birkaç hafta hiç fena olmaz :)

*Bu sene daha önceden gezmediğim farklı bir ülkeye seyahat etmek istiyorum.

*Ben bu sene sağlığıma özen göstermek istiyorum. Hedefim düzenli olarak haftada 2-3 spor yapmaya devam etmek ve sağlıklı beslenmeye özen göstermek, bana iyi gelen, faydalı besinlerle beslenip, yeteri kadar yemek. ( tabi bunun getirisi olarak da ideal kilomda olmak.)

*2010’da da bakış açımı POZİTİF’te tutmaya devam etmek istiyorum. Evet evet, bu blogu yazmaya aynı heyecanla devam edeceğim.



Aslında bu listeyi daha uzatacaktım ama yazarken farkettim ki; 2010’da bu yazdığım listedekilerin hiç biri gerçekleşmese de olur. :) Evet, doğru okudunuz.

Çünkü benim 2010’dan tek istediğim; ne olursa olsun, her ne yaşarsam yaşayayım sadece mutlu ve huzurlu olmak. Ben yaşadığım her günden keyif almak istiyorum. Nasılsa ben mutlu olunca isteklerim de bir bir gerçekleşecektir. Bir isteğe körü körüne bağlanmak, illa olsun diye peşinden koşturmak ne yazık ki işe yaramıyor. Ne zaman ki kendinizi o istekten özgürleştiriyorsunuz, “o olmasa da ben iyiyim ve devam edebilirim” diyorsunuz, kendinizi pozitifte tutuyorsunuz; işte o zaman istekleriniz olmaya başlıyor.

Mutlu olduğunuz ve istediklerinizin gerçekleştiği bir yeni yıl dilerim.
Cella

Resim:  Resme yine bayıldım. Sanatçısının diğer eserlerine de göz atmanızı öneririm. http://gaelle-boissonnard.over-blog.com/

http://2.bp.blogspot.com/_iEBhg8_en5E/SAsh1ZbHafI/AAAAAAAAAMY/Y9pJgMXaU5A/s1600-h/Gaelle+Boissonard.JPG

25 Aralık 2009 Cuma

DİNLE...

Yazıyı okumadan önce videoyu izlemenizi istiyorum. İzlerken gözlerinizi de kapatın lütfen.
http://www.ktunnel.com/index.php/1010110A/1222f0b14a2e08ba1559a70819816e8e59f733dfcf0de7de198cecdd99119b73da4c190f29941beb16432
http://www.youtube.com/watch?v=VpPWy6Bhbl8&feature=related

Sesi duyuyor musunuz? Peki duyduğunuz sesin içindeki farklı enstrümanların seslerini ayırtedebiliyor musunuz? Kemanları, çelik üçgeni, zilafonun sesini hepsini ayrı ayrı dinlemeye çalışın.
Bazen dinlemek ve duymak farklı anlamlara gelebilir. Dinlemeyi, aslında çok kolay hiç çaba harcamadan yaptığımızı sanırız. Ama duymak her zaman dinlemek anlamına gelmeyebilir. Karşımızdaki insanın ne dediğini onun gerçeklerinde duymak çok önemli bir beceridir. Psikolojide bu empatik dinleme becerisi olarak isimlendirilir. Zaman zaman dinleme esnasında, kendi fon müziklerimizi kapatmadığımız için iletişim kazaları yaşayabiliriz. O bir şey söyler, ama biz başka bir şey anlayabiliriz. Ve çok büyük tatsızlıklara, anlaşmazlıklara yol açabilir bu yanlış anlamalar.

Geçen yazıda bahsettiğim kitabı okumaya devam ediyorum. Mevlana mesnevide ufak bir hikaye ile bu konuda mesaj vermek istemiş.

Sağır bir adam hasta olan komşusunu ziyaret etmek istiyormuş. Kafasında planlamış. “Önce nasıl olduğunu sorarım,nezaketen iyiyim diyecektir o, sonra ne yediğini sorarım, yediğinin sağlığına iyi geleceğini söylerim, afiyet olsun derim. Doktorunu sorarım ve iyi bir doktor olduğunu söylerim ve ziyareti tamamlarım.”
Komşusunun evine gelmiş.
-Nasılsınız? diye sormuş
-Ölüyorum, demiş komşu
-Oh oh maşallah ne yediniz de iyi oldunuz? demiş adam.
-Zehir, demiş komşu sinirli bir şekilde
-en iyi çözümdür , afiyet şeker olsun, demiş adam
-peki doktorunuz kim, kim iyi etti sizi? diye sormuş.
-Azrail, demiş komşu.
-Aman ne iyi doktor seçmişsiniz, hadi geçmiş olsun, demiş ve çıkmış odadan.
Sağır adam komşuluk görevini yerine getirmiş olmanın, bir iyilik yapmanın huzuru ile evden çıkmış. Hasta komşu ise, komşusunun kendisi için geçmişten beri düşmanlık beslediğini düşünerek, hiddetlenmiş.

Karşımdaki insanı çok iyi dinlediğimi ve duyduğumu zannederken bir de bakıyorum aslında ben onun kelimelerini duymuşum ama kendi kafamın içinden geçenleri dinlemişim. Kendi geçmiş yaşam deneyimlerim, içinde bulunduğum durum ve ruh hali benim duyduğum kelimelere çok başka anlamlar yüklememe neden olmuş. Al sana iletişim kazası ve sonrasında tatsız tartışmalar, birbirini ikna etme, yeniden anlama çabaları. Oysa biraz daha etkin bir dinleyici olarak iş ya da özel hayattaki sohbetlerimizi daha verimli kılabiliriz.
Bence en öncelikle yüzyüze iletişim kurmakla işe başlayabiliriz. Günümüzde sanal iletişim çok popüler olmasına ve pekçok avantajlar taşımasına rağmen aslında etkin dinleme, sağlıklı iletişim kurmak adına büyük düşmanımız olabilir. Çünkü etkin dinlemenin en önemli ipuçlarından birisi de söylenmeyenlerdir. Karşımızdaki kişinin bedensel tepkilerini takip etmeliyiz. Dinlemek sadece ne söylediğini duymak değil, söylediğinin arkasında yatan anlamı da anlamaktır. O yüzden tüm duyu organlarınızla dikkatle karşınızdakini dinleyin. Kendinizi onun yerine koyarak onun perspektifinden dinlemeye ve duygularını anlamaya çalışın.
Eski bir kızılderili atasözünde dediği gibi empati kurabilmek için “onun ayakkabısını giyip dolaşmalısın”
 .
Resim: http://admavericks.com/2009/05/13/theyre-still-talking-even-if-youre-not-listening/

21 Aralık 2009 Pazartesi

BEN ÖZGÜRÜM :)


Büyük İskender bir seferinden yeni dönmüştü. Şehir meydanında dolaşıren bir fıçının içinde oturmakta olan Diyojen’i görür. Büyük İskender Diyojen'in yanına gider. Tepesine dikilir. Diyojene büyük hayranlık duymaktadır. Aralarında şu diyalog geçer.
İ: “Sana istediğin her şeyi verebilirim benden bir isteğin var mı?”
D: "gölge etme başka ihsan eylemem"
Büyük İskender Diyojen'e vuran Güneşi kapamaktadır o ara. Bir adım yana çekilir.
İ: “Dünyaya tekrar gelme şansım olsaydı Diyojen olmak isterdim”
D: “Neden dünyaya yeniden gelmeyi bekliyorsun, şimdi ol.”
İ:“Ama henüz fethetmem gereken yeni ülkeler var.”

Büyük İskender de herkes gibi güç peşindeydi. Daha çok toprak sahibi olmak, en büyük işleri başaran, en fethedilmez denen yerleri fetheden, güçlü kişi olmak arzusundaydı. Önemsenmek istiyordu.

Yeni bir kitap okuyorum. “Rumi ve Aşkın Terapi” - Dr. Faik Özdengül- Konya Kültür Yayınlarından çıkmış. Kitapta karşıma çıkan bu hikaye beni epey düşündürdü. Bazıları güce sahip olma derdindedir, bazıları mala. Ama hep bir materyale sahip olma peşinde koşar durur insanlar. Ne kadar çok şeye sahipse o kadar güçlü olacağına inanırlar.

Oysa biraz daha geniş perspektiften bakarsak; hayatta asıl sahip olmak istediğimiz şey ÖZGÜRLÜK. Özgür olmak için, fedakarlık yapıp gücümüzün bir kısmından vazgeçmemiz gerekebilir. İhtiyaçlarımız ne kadar azsa o kadar özgür oluruz. Paraya, mala-mülke, süslü giysilere… ihtiyacımız oldukca gücümüzü onlara teslim edip bağlanırız onlara. Bağlandıkca da “ya onları kaybedersem ne yaparım ben?” düşüncesi ve kaybetme endişesi gelir. Bu endişe de enerjimizi tüketir. Oysa enerjimizi üretmek için, yaratıcı olmak için, mutlu yaşayabilmek için kullanabiliriz.

Bu hafta annemler 26 yıldır oturdukları evden taşındılar. Benim de hayatımın 20 yılı o evde geçmişti. Ev boşalırken sanki bir tarihi geçit töreni oluyordu. O kadar bağlarım varmış ki… Sanki sakladığım/ sahip olduğum her eşya bana daha bir güç katacakmış gibi, beni ben yapan onlarmış gibi biriktirmişim herşeyi.
Saklandıkları dolaplardan çıktılarında farkettim ki artık onlar beni ben yapan şeyler değil. Onlar sayesinde yaşadığım duygular, anılar zaten benim içimde. Ben kendi sahip olduğum değerlerimle, biriktirdiğim dostluk ilişkilerimle, yaşadıklarımla Cella’yım zaten. Bu maddesel bağlarımdan kurtulmanın duygusal bağlarımı atmak olmadığını anlayınca temizliği yapmak benim için daha kolaylaştı.
Önce, 8 yaşımda biriktirmeye başladığım peçete koleksiyonum, silgi koleksiyonum ve diğer koleksiyonlarım bir bir çöp torbasına girdi. Sonra üniversitede yaptığım ödevler, ders notları, yüksek lisans tezimin anketleri, çeşitli incik boncukları topladım. Ve ardından kıyamadığım kitaplarımda sıra.

Attığım herşeyin bende saklı olduğunu bilmenin rahatlığı ile eski evden çıktığımda biraz hüzünlü ama bir o kadar da özgür ve zengin hissediyordum kendimi.

Resim: http://www.mujiri.com/info.html sitesinden alıntıdır. http://www.mujiri.com/pics/illustration_l.jpg

15 Aralık 2009 Salı

HOŞGELDİN POZİTİF BLOG !


Hergün yeni bir şeyler yaşıyoruz. Her yaşantı ruhumuzda bir iz bırakıp geçiyor. Ben, bu izlerin hayatımızdaki pozitif iz düşümlerinin takipçisiyim. Nasıl ki bir ağacın üzerindeki her çentik onun kimliğini oluşturuyorsa, benim de ruhumdaki izler, yaşadıklarım, benim kim olduğumu oluşturuyor. Bu izleri ve bu yolculukta karşılaşacağım diğer parçalarımı incelerken keşfettiklerimi, bu parçaların içimdeki zemine yerleşme, yer değiştirme, büyüme, kopma, birleşme sürecini ve yaşadıklarımı buraya yazacağım. Yani aslında bu blog bir "BEN OLMA, BEN OLDUĞUMA ŞÜKRETME" hikayesi…
Bu, benim kendimi tanıma yolculuğum. Bazı yazılarımda benim duygularımla karşılaşacaksınız, bazılarında ise ailem,mesleğim, dostlarım, sevgilim, evim, yapmaktan keyif aldığım ya da beni sinir eden şeylerle. Özünde hepsi beni oluşturan parçalarım.

Blogun adı POZİTİF ama kimi zaman olumsuz yazılar da olacak. Çünkü inanıyorum ki hayatımda her şeyin olmasının bir sebebi var. Bugün olumsuz görünüyorsa da belki bir zaman sonra ona bağlı olumlu başka bir olayla karşılaşacağım.

Hayatımız boyunca pekçok insanla yolumuz kesişir, birbirimize değeriz. (fiziksel bir dokunuştan bahsetmiyorum :)) İçindeki parçaları, onun kim olduğunu anlamaya çalışırız. Biraz deneme yanılma yolu ile hem karşıdaki insanı inceleriz hem de kendimizi ortaya koymaya başlarız. Acaba benzer yönler bulacak mıyız diye heyecanlanırız. Benzemeyenleri tolere edebilecek miyiz diye düşünürüz. “Aaa bu çok kötü bir özellik, bunu begenmedim. E tamam bu çok uydu bana…” gibi çıkarımlar yaparız. Ben birine dokundum, biraz da yoruldum. Tanımaya çalıştım. Benzerlikler umut verdi, farklılıklar endişe. Kim olduğumuzdan vazgeçmek istemedik. O zaman parçaların yerini değiştirdik.
Şimdi yeni başlangıca hazırız. Bir kez daha, başka bir zamanda, başka bir içerikte kim olduğumuzu incelemeye başlayabiliriz.