Hergün yeni bir şeyler yaşıyoruz. Her yaşantı ruhumuzda bir iz bırakıp geçiyor. Ben, bu izlerin hayatımızdaki pozitif izdüşümlerinin takipçisiyim.

20 Nisan 2010 Salı

UFAK ŞEYLERİ DERT ETMEYİN

Bu hafta İzlanda yanardağı Eyjafjallajokull 190 yıl sonra buzların altından püskürmeye başladı. Bir anda atmosferi alev ve küller kapladı. Ne zaman suskunluğuna geri döneceği bilinmiyor. Yayılan kül bulutları yüzünden o bölgedeki uçak seferleri iptal oldu. Tanıdığım pek çok insan, birisinin eşi, başkasının kardeşi, benim arkadaşım, onun çocuğu yollarda kaldı. Küller hayatımızın pek çok alanını etkiledi ve sanırım etkilerini bir süre daha devam ettirecek.

Ben o çok hayalini kurduğum Amerika seyahatim için endişelendim. Londra aktarmalı uçuşum acaba yapılabilecek miydi? Daha 3 hafta var ama olsun, ben küllerle birlikte endişelenmeye başladım. Sonra duydum ki küller atmosfere güneş ışınlarının girmesini engellediği için küresel bir soğuma bekleniyormuş. Yazın kar bile yağabilirmiş. Dediler ki asit yağmurları gelecekmiş. Solunum yolları hastaları etkilenebilir. Tarım bu asitli yağmurdan çok zarar görecek. Hah! Bir de onu kendime dert edindim. Nereye gidiyor bu dünyanın hali?

İki gündür içimde bir sakinlik ama bir o kadar da sabırsız/sevimsiz bir duygu var. Önemli bir şey olmadan önceki sessizlik gibi, arkasından gelecek olanın habercisi gibi. Dün akşam spora gittim. Her zaman yaptığım egzersizi yapmaya başladım ama nabzım bir türlü yükselmedi. Sanki kalbim de sakinliğini korumaya çalışıyor gibiydi. Tempomu arttırdım, arttırdım ama nabzım bana mısın demedi. Sakinliğini korumayı sürdürdü. İçimdeki sabırsızlık, kalbimdeki sakinlikle birleşince tarif edemediğim bir sevimsiz duygu oluştu. Sanırım Eyjafjallajokull yanardağından gelen küllerden olmuştur benim bu halimde.

Sebebini keşfetmeye çalıştıkça ve bulamadıkça içimdeki sevimsiz his arttı ve sonunda bir arkadaşımla konuşurken farkına vardım. Gestalt bakış açısı der ki ANDA KAL. Evet; bugün de bu sevimsiz ruh hali içinde kalayım o zaman. Neden bulmaya çalışıp, içimi dışımı didikleyip, gördüğüm rüyadaki gümüş kanatlı kuşun neyi simgelediğini bulmaya çabalayıp kendimi zorluyorum ki? Bana vermek istediği mesajı nasılsa o duygunun içinde kalarak anlayacağım. Eğer şu anda hissettiğimden uzaklaşmaya çalışıp yeniden şen şakrak, adrenalin dolu, cıvıl cıvıl halime dönmeye çabalarsam anı göz ardı edip şu an içinde bulunduğum duyguya temas etmekten kaçınmış oluyorum. O zaman varsın bir iki günü de bu ruh halinde geçireyim.

Hatta bu sevimsiz diye adlandırdığım ruh hali için bile şükretmeye karar verdim. Hayat çok şaşırtıcı olabiliyor bazen. Çabalıyoruz, uğraşıyoruz, fedakârlık yapıyoruz, çok çalışıyoruz, kendimizi ikinci plana atıp iş ya da o anda önemli olan her ne ise onlara yoğunlaşıyoruz. Ve sonra bir anda şaşırtıcı bir şey oluveriyor. Tanıdığım birinin başına gelen ürkütücü, tatsız bir olay beni yine bana döndürüyor. Arkadaşım başına gelen korkunç kazaya rağmen sağ salim ve iyi olduğu için şükrediyorum. İşte tam o anda karşımdaki camekanda bu kitapla karşılaştım.

“Don’t sweat the small stuff… and it’s all small stuff - Ufak şeyleri dert etmeyin… hepsi de ufak şeylerdir.” Dr. Richard Carlson- Koleksiyon yayınları

Bazen yaşamın akışına uymak ve hayata ılımlı bakmak hayatı çok daha yaşanılası çok daha huzurlu hale getirebilir. Küller geldi uçaklar kalkmıyor mu? Peki! Hayat bunu getirdiyse önümüze bunu yaşamaya bakalım. Şikâyet etmek nasıl olsa çözüm getirmiyor. Şöyle demiş Çin atasözü: Tanrım, bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirme gücü ver. Değiştiremeyeceğim şeyleri kabullenmemi sağla. İkisini ayırt edebilmem için de akıl ver. Değiştiremeyeceğimiz kayıplar karşısında, yaşama sevincimizi kaybetmemek gerekiyor. Tabi ki bu demek değil hayattaki olumsuzlukları görmezden geleceğiz. Ama dünyanın sonu gibi görmek yerine, mümkün olduğunca ufak şeyleri dert etmeyerek, hayata direnmeden, karamsarlığa kapılmadan belki biraz da Pollyannacılık oynayarak, kendimizi akışa bırakarak (let go) su gibi huzurlu yaşayabiliriz.

Resim: yine süper bir sanatçı keşfettim. tavsiye ederim.
 

2 yorum: