Hergün yeni bir şeyler yaşıyoruz. Her yaşantı ruhumuzda bir iz bırakıp geçiyor. Ben, bu izlerin hayatımızdaki pozitif izdüşümlerinin takipçisiyim.

28 Nisan 2010 Çarşamba

DÖNÜŞÜM

Harika bir tatil yaptım. Bu sessizliğim ondandı. Geçtiğimiz hafta dört günü mavinin ve yeşilin farklı tonlarında, denizin serin sularının içinde kaybolarak geçirdim. Kuş sesleri, horoz ötüşleri, dalgaların taşlara çarpma sesi, gülümseyen suratlar ve dinginlik…

O da ne? Bir anda iki siyah takım elbiseli adam göründü güneşin içinden. Kara güneş gözlükleriyle odama girdiler, çekmecelerimi karıştırdılar, canımı sıkmaya çalıştılar. Geçmişteki bir telefon numarasının peşindeydiler. Oysa ben o numarayı çoktan atmıştım uzaklara. Geçmişte de başıma dert olmuştu bu numara zaten. O zaman çok korkmuştum, ne yapacağımı bilememiştim. Bu sefer daha soğukkanlı hissettim kendimi. Benzer bir numara verip adamları gönderdim. Yine gelirlerse bir yolunu bulup kendimi kurtarırım onlardan nasıl olsa. Biraz korku, biraz da heyecanla sıçradım yataktan. Evet, bir rüya gördüm. Bu hafta boyunca bu iki adamın hayatımda neyi temsil ettiğini anlamaya çalıştım. Korkutucu, ürkütücü bir rüyaydı. Ama benim zeminimde bana hafiflik, güçlülük ve gururlu olmak kavramlarına dokundu.

Gestalt felsefesine göre; bir insan farklılığını koruyarak, aynı zamanda çevreye uyum sağlayarak var olur. Yani kendisiyle dış dünya arasında bir temas sınırı oluşturarak. Hem kendi sınırları içinde kendi varoluşunu koruması hem de o sınırların dışındaki dünyayla birlikte yaşayabilmek için sınırlarını esnetmesi/daraltması gerekebilir. Ben bu rüyayı yorumladığımda geçmişteki korkularımla yüzleşebildiğimi gördüm. Kendim olmaktan ödün vermeden, kendi farklı oluşuma sahip çıkarak aynı zamanda siyah elbiseli adamlarla karşılaştığımda da duruma uyum sağlayarak var olmayı başarabildiğimi gördüm. Biliyorum; siyah takım elbiseli adamlar gibi başka korkular da hayatımda hep olacak. Herkesin farklı korkuları olabilir. Evlilikten, yakın ilişkiden, yalnız kalmaktan, şişmanlamaktan, özgürlüğünü kaybetmekten, hiç kıskanamamaktan, parasız kalmaktan, aşık olmaktan, kaybetmekten, otoriteye boyun eğmekten ve daha pekçok şeyden korkuyor olabilirsiniz. Korkularınızı meşrulaştırın. Korkmak ve kaçmak, unutmaya çalışmak, yok saymak yerine; korkunuzla yüzleşin. Hala korkmaya devam edebilirsiniz ama onun karşısında var olmayı, dik durmayı seçin. Zaman o korku küçülecek, önemsizleşecek ve siz uyum içinde farklılaşacaksınız.

Farkettim ki korkularıma yenilerek kendim olmaktan vazgeçmek, korkunun getirdiği duruma uyum sağlamak bana iyi gelmiyor. Geçmişte; korkularım karşısında ezilip büzülerek kendi sınırlarımı koruyamayarak farklılaşıyordum. Yani sadece temas etmek yeterli olacakken, korku beni içine çekip yok ediyordu. Yani teorideki adıyla işlevsel olmayan farklılaşma yaşıyordum. Kendi isteğimle, seçimli farklılaşma yaşamıyordum. Artık; ben ne zaman hangi durumda farklılaşacağımı kendim seçiyorum. Korkularımın beni istemediğim şekillere sokmasına izin vermemeyi seçiyorum. Hatırlarsınız; Kafka’nın romanındaki kahraman Gregor Samsa bir sabah uyandığında kendini zırh gibi sertleşmiş sırtıyla, dev bir böceğe dönüşmüş olarak bulmuştu. Kafka/Gregor için; hayatın baskılarından, korkularından, aile otoritesinden, -mış gibi yaşamaktan, gerçekleri gizlemekten kaçışın bir ifadesiydi “DÖNÜŞÜM”. O, korkusunun ağına düştü ve tam da korktuğu şey oluverdi. Değersiz, küçük, pis bir böcek. Benim içinse dönüşüm; korkuyu kendi ağıma düşürmek. Dönüşüyorum! Gerektiği yerde eski deriden sıyrılıp alttaki deriyle dolaşabilmek esnekliğine sahibim. Bazen de geçmişteki derilerimi kontrollü, seçimli olarak kullanabiliyorum. Korkunun beni başkalaştırmasına izin vermedim ve onu da benim giyip çıkarabildiğim parçam haline getirdim. Üzerimdeki kostüm ne olursa olsun; ben her halimle kendimi seviyorum.

resim: http://media.photobucket.com/image/metamorphosis%20illustration/tlvg/2Metamorphosis-1.jpg

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder