Güven duygusu
iki parçalıdır. Hem dünyaya ve dış faktöre duyulan güven hem de kendimize
duyduğumuz öz güvenden oluşur. Kendimize olan
öz güvenimizin temeli daha çok erken yıllarda kurulan anne-bebek-baba arasındaki
bağ ile atılır. Küçük yaşlardan itibaren dışarıdaki sevgi figürleri
(anne-baba-öğretmen-bakıcı-yakın arkadaşlar) tarafından önemli olduğunun
hissettirilmesi, fikirlerine değer verilmesi, değerli hissettirilmesi, olduğu
gibi kabul edilmesi öz güvenin gelişmesine yardımcı olacaktır.
Bir
çocuk minicikken ne kadar çok onay alırsa, ne kadar takdir görürse yetişkin
hayatında zorlu durumlarla karşılaştığında öz takdir/onay duygusu rezervleri o
kadar dolu olacaktır. Çocuklukta bu rezervi doldurmuş olan insanlar, yetişkin
hayatında daha az sorun yaşıyorlar. Öz güvenleri daha yüksek olduğundan,
dışarıdan gelecek onay, takdir ve kabule daha az ihtiyaç duyuyorlar. Hayata bakışları
daha olumlu, kolay karamsarlığa kapılmayan, her şeyi başarabileceklerine inanan,
kendileri hakkında olumlu duygular geliştirip, iyi hisseden bireyler oluyorlar.
Kendilerini seviyorlar. Kapasitelerinin
ne olduğunu, neleri yapabileceklerini biliyorlar ve hangi yanlarının zayıf
olduğunun farkında oluyorlar. Pozitif düşünüyorlar, kendilerini daha kolay
ifade edebiliyorlar.
Oysa
çocukluğunda aileleri tarafından güven/onay rezervleri yeteri kadar
doldurulmamış yetişkinler ne yazık ki hep dışarıdan gelen onay ve takdir
sözlerine ihtiyaç duyuyorlar. Çocukluğunda ağır eleştiriler almış, zayıf
yanları hep yüzüne vurulmuş kişiler; kendi başarıları ile ilgili azıcık bir
şüpheleri olduğunda dışarıdan “aslansın, yaparsın, sen zaten iyisin” onayını
almadıklarında ne yazık ki çok çabuk karamsarlığa düşebiliyorlar. Öz güvenleri
yeterince gelişmediği için başarısızlık hislerine daha çabuk kapılıyor ve
olumsuz düşüncelere dalabiliyorlar. Mutsuzluk hisleriyle baş edemedikleri için
daha uzun süre hüzünlü kalıyorlar.
Bu
hafta başında ben biraz hüzünlüydüm. Hangi konuya elimi atsam hep eksiğini,
ters giden yanını görüyordum. Hayat bir anda masmavi gelmeye başlamıştı bana.
Niye mi mavi? Sebebi varmış J
Az
önce Şalom Gazetesini okurken Joelle Pinto’nun Mavi
Pazartesi başlıklı yazısına denk geldim. ‘Blue’ İngilizce’de çift anlamı olan bir kelime. Mavi anlamı olduğu
gibi hüzünlü anlamına da geliyor. Nedir bu “Hüzünlü Pazartesi” ?
Yedi
yıl önce Cardiff Üniversitesi’nde çalışan psikolog Dr. Cliff Arnall, önemsiz
olduğunu bilerek “Hüzünlü Pazartesi Sendromu”nu dünyaya tanıtmıştır. Yaptığı hesaplamalara göre her yıl Ocak ayının üçüncü pazartesisi Hüzünlü Pazartesi olarak
adlandırılacaktır.
İlginç
bir hesaplama yöntemi kullanılıyor. Denklemde hava durumu, borç seviyeleri, yeni
yıl için alınan kararlar, motivasyon seviyesi ve harekete geçme isteği gibi çeşitli
faktörler yer alıyor. Aslında bu saçma
hesaplama bize zaman zaman yaşadığımız hüzünlü anların geçici olduğunu ve
herkesin içinde bulunabileceği bir durum olduğunu hatırlatıyor. 2013 yılında,
21 Ocak pazartesi masmaviydi.
Yine
aynı psikolog hüzünlü olunan günler olduğu gibi mutlu olunan günler de olduğunu
söyleyip onun için de bir formül hazırlamış. 2013 yılının en mutlu gününü 4
Temmuz Perşembe olarak hesaplamış.
Pembe
günlerin geleceğini bilmek de umut veriyor insana J
bu da yazının şarkısı olsun: http://grooveshark.com/#!/s/Blue+Monday/3FIZAw?src=5
Resim:http://onlyhdwallpapers.com/wallpaper/clouds_design_rainbows_skyscapes_sky_with_rainbow_starwalt_desktop_1920x1080_hd-wallpaper-884954.jpg